21 Nisan 2015 Salı

Tarihi Kapalıçarşı otel oluyor




Fatih Belediyesi, 654 yıllık geçmişe sahip Kapalıçarşı hanlarının da bulunduğu 1734 binayı otele dönüştürecek. Kapalıçarşı’da  yer alan Yeni Han, Bodrum Han, Güllekeş Han, Sarnıçlı Han gibi pek çok yapı için proje çalışmalarına başlanmış durumda. Taraf Gazetesi’ne açıklamalarda bulunan Mimarlar Odası Genel Başkanı Eyüp Muhçu “İnsanlar yurtdışından buraya otel, AVM, restoran görmeye değil tarihe yakından tanıklık etmek için geliyor” sözleriyle projenin sadece kentsel dokuya zarar vermekle kalmayıp turist sayısında da ciddi bir azalmaya neden olacağını ifade etti.
 
Açılan davalarda, mahkemelerden sayısız yürütmeyi durdurma veya iptal kararı çıkmasına rağmen projelerin hayata geçirilmeye devam ettiğini vurgulayan Eyüp Muhçu şöyle konuştu: “Tarihi hanları, çarşıları, değerleri korumakla görevli olan belediye bu değerleri bir rant sahası olarak görüyor. Ya tarihi yapılar yıkılmaya terk ediliyor ya da hukuksuz bir şekilde ortadan kaldırılarak iş yeri, otel, rezidans gibi yapılara dönüştürülüyor. 17-25 Aralık tapelerinde Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir’in birtakım yolsuzluklarla kendine yer bulması tesadüf değil. Bu süreçte açtığımız davaların sayısız yürütmeyi durdurma veya iptal kararıyla sonuçlanmasına rağmen projeler hayata geçirilmeye devam etti. Açıkça suç işlenmektedir ama Fatih Belediye Başkanı hükümet ve İçişleri Bakanlığı tarafından korunduğu için hiçbir hukuki işlem yapılamıyor. Bu nedenle benzer suçlar işlenmeye devam edecek.”

Tarihi yarımadadaki hanların, Kapalıçarşı’nın yaşatılması, geleneksel alışveriş kültürünün yaşatılması ve bunun dünyanın göz önüne serilmesinin önemli olduğunu dile getiren Muhçu“ Kamu yönetimi sorumluluğu gereği bu yapıların restore edilmesi gerekiyor ancak bugünkü değerlerinin de korunması şartıyla. Çarşıdaki hanların yıkılması halinde yerine ne yapılırsa yapılsın kaybedilen değerlerin yerine geçmesi mümkün mü? Kapalıçarşı’yı da kapsayan söz konusu proje kültürel varlıklara zarar vereceği gibi turizmi de olumsuz etkileyecek. İnsanlar yurtdışından buraya otel, AVM, restoran görmeye gelmiyor; tarihsel bütünsellik içerisinde hanları, çarşıları görmek, yani tarihe yakından tanıklık etmek için geliyorlar. O nedenle ülkeye gelen turist sayısından ziyade rantı göz önünde bulundurarak bu projeyi hazırladıklarını düşünüyorum” dedi


Yapılacak restorasyonla birlikte şu hanlar otele dönüşek,
Yeni Han-Kapalıçarşı, Rubiye Han-Kapalıçarşı, Kızlarağası Han-Kapalıçarşı, Bodrum Han-Kapaşıçarşı, Ali Paşa Han-Kapalıçarşı, Yarım Taş Han-Kapalıçarşı yanı, Güllekeş Han ve Çevresi-Kapalıçarşı, Sarnıçlı Han-Kapalıçarşı, Astarcı Han-Kapalıçarşı, Safran Han-Kapalıçarşı, Cebeci Han-Kapalıçarşı, İç Cebeci Han-Kapalıçarşı, Çukur Han-Kapalıçarşı, Ambar Han-Beyazıt, Camili Han ve Çevresi-Beyazıt, Lütfullah Han ve Çevresi-Beyazıt.



Kadıköy’de hasta ve çürük ağaçlar tedavi ediliyor

İstanbul’un en eski yerleşim yerlerinden Kadıköy’deki asırlık ağaçlar, tedavi ve özel bakımla çürümekten kurtuluyor. Bir yandan yaşlı ağaçların gövdelerinde oluşan hastalıklı bölgeler temizlenirken diğer yandan da ağaçlar mantar ve böceklere karşı ilaçlanıyor. Çürük ağaçların bakımıyla, muhtemel devrilmelerin de önüne geçiliyor.


Kadıköy’de hasta ve çürük ağaçlar tedavi ediliyorKadıköy Belediyesi yeşile ve ağaca sahip çıkarak Göztepe, Suadiye ve Bostancı gibi merkezî semtlerde hasta ve çürüyen yüzlerce asırlık ağacın tedavi ve pansumanını yapıyor. İlçe sakinlerinin çalışmalarını takdirle karşıladığını belirten Kadıköy Park ve Bahçeler Müdürü Erol Yılmaz, vatandaşların kendi bahçelerinde yaşam alanları bırakmaları gerektiğinin altını çizdi. Oksijen deposu niteliğindeki ağaçlara gerekli bakım yapılmadığı takdirde ömürlerinin kısalacağını ifade eden Yılmaz, “Yaklaşık beş seneden beri böyle bir çalışma yürütülüyor. Genelde kış döneminde ağaçların yapraklarını döktüğü yani uyku zamanında belli sayıda ağacın tedavisi yapılabiliyor. Yakın zamanda bu projenin bitirilmesini planlanıyoruz.” dedi. Ağaçların restore ve tedavisi canlılardaki ameliyatlara benziyor.  Uygulamalar kontrol mühendisi eşliğinde yapılıyor.  Yılmaz, “Ağaçlar yerüstünde  çok sıkışık ortamlara bırakıldığı için gövdelerinde çürümeler, mantarlaşmalar olabiliyor. Geçmişteki gibi sıkıntıların ve risklerin  yaşanmaması için bu ağaçlara müdahale edilmesi gerekiyor.” diyor.

Kent hayatında ağaçların ömürlerinin daha fazla olması için böyle bir proje yapmaya karar verdiklerini dile getiren Yılmaz, Fransa ve İtalya gibi bazı Avrupa ülkelerinin de birlikte çalışma talebinde bulunduğunu ifade etti. Göztepe, Suadiye ve Bostancı’da ağaç tedavi işlemlerinin devam ettiğini söyleyen ziraat mühendisi Serpil Bayram ise Kadıköy genelinde 2000-3000 ağacı daha restore edeceklerini belirtti. İlçe sokakları arasında bakılması gereken, yara almış ve çürük ağaçlar üzerinde yaptıkları çalışmalar hakkında bilgi veren Bayram, şöyel konuştu: “Biz her yıl ağaçların çürümüş kısımlarını restore ediyoruz. Fırtına, kar ve yıldırım gibi sebeplerden dolayı ağaçlarda yaralar oluşuyor. Yaraları kapanmayan ağaçlar hastalanır veya kurur. Bizim burada yaptığımız işlem ağaçların yaralarını tedavi edip kapatmak. Ağaç tedavisine öncelikle kovuk ve yara ağızlarında bulunan böcek ve mantar tahribatına maruz kalmış dokuların sterilize edilmiş keskin aletlerle temizlenmesiyle başlıyoruz.” 

Kovuk ve yara yüzeylerini ilaçlayıp temizleme işleminden sonra hava ile temasın kesilmesi için kovuk yüzeyi ve yaralar macunla kaplanıyor. Bu işlemle yaranın hava ve her türlü zararlılarla teması  kesilmiş oluyor. Bayram, kovukların gerekirse yalancı dolgu malzemesi ile doldurulabildiğini de kaydederek, “Kovuklar temizlendikten sonra paslanmaz tel örgü ile kapatılarak, paslanmaz çivilerle ağaca monte edilmektedir. Tel örgünün üzeri uygun maddelerle kapatılıyor.” diye konuştu. Geçtiğimiz senelerde restore edilen ağaçların sağlıklı olarak hayatiyetini koruduğunu da sözlerine ekleyen Serpil Bayram, vatandaşların da ağaçlar konusunda duyarlı olması gerektiğini kaydetti.

6 ay ömür biçtiler, iyileşip kanserlilere umut oldu

Dünyada giderek yaygınlaşan ve ölümcül hastalıklarda ilk sırada yer alan kansere karşı iyi bir mücadele verip kazananların dikkat çektiği en önemli konu, moral ve motivasyon. Kanserin üstesinden gelenler, iyileşme umudu ve güçlü bir maneviyatın doktor ve ilaç kadar önemli olduğunu söylüyor.
6 ay ömür biçtiler, iyileşip kanserlilere umut oldu

Dida Kaymaz Kocaömer, 26 yaşında kansere yakalanır. Mide, kolon, karaciğer, beyin ve akciğerini saran bu amansız hastalık nedeniyle 6 aylık ömür biçilir. Azmi ve inancıyla tüm bu zorlu sürecin üstesinden gelir. Şimdilerde kendisi gibi birçok hasta için örnek olan Kocaömer, kanser sürecinde hayata küsmeyip, motivasyonu yüksek tutmayı öneriyor.

Kocaömer, yaşadığı süreci şöyle anlatıyor: “Geçen 10 sene zarfında bir insanın yaşayabileceği ve sabrının sınanacağı her kanser aşamasını yaşadım. İlk başlarda 180 gün ömür biçildi. Kanser başladığı gibi durmadı, birçok organıma sıçradı. Beynime bile metastaz yaptı. Çok şükür Allah’a, bana mücadele etme gücü verdi ve sevdiklerimin bana gösterdiği koşulsuz anlayış ve sevgiyle çok küçük bir akciğer tümörü ile yaşamaya devam ediyorum. Geçtiğimiz günlerde de yoğun bir tedavi sürecini tamamladım, tedavim aralıklarla devam edecek. Doktorlarımın öngörülerine göre, aylarla tanımlı bir süre sonra bu hastalığa veda edebileceğim inşallah.” Yaşadığı bu 10 yıllık süreci örnek olması için kaleme alan Dida Hanım’ın yakında bir de kitabı çıkıyor. Kocaömer, kitapta kanser sürecine ve bu süreçte yaşadıklarına yer vereceğini belirtiyor.


HASTALIĞIMA RAĞMEN SOSYAL HAYATTAN KOPMADIM

Henüz lise birinci sınıfta öğrenciyken kemik kanseri olduğunu öğrenen Erdinç Yumuşak (32) ise bacağının koparılacağını söylemelerine rağmen moralini bozmadığını ve kansere karşı verdiği mücadeleyi kazandığını söylüyor. Yumuşak, “Kanserle tanıştığımda 15 yaşındaydım fakat hep kurtulacağım diye düşündüm. Hep bu bilinçle hareket ettim. Hiçbir zaman moralimi kaybetmedim. Ailemden ve arkadaşlarımdan destek aldım. Kanserliyken hiç sosyal yaşamımdan uzak durmadım. Gelip geçeceğini düşündüm hep. Umudumu daima korudum. Ameliyat kadar manevi kuvvet de önemli.” ifadelerini kullanıyor.

2011 yılında kanser olduğunu öğrenen İstanbul Üniversitesi İşletme Bölümü öğrencisi Ulaş Akçakaya (28) da hastalığını öğrendiğinde güçlü olmaya çalıştığını ve çok dua ettiğini söylüyor. Akçakaya, “Nefes almakta zorlanıyordum. Doktora gittiğimde vücudumdan parçalar aldılar ve kanser olduğumu söylediler. Hemen ameliyat olmam gerektiğini söylemelerine rağmen hastaneler bana 4 ay sonrasına ancak randevu verebildi. 100 bin lira değerinde ameliyat parasını veremediğimiz için Uludağ Üniversitesi Hastanesi’nde çene, kulak, burun, yüz ve boğazımdan 9 saatlik başarılı bir ameliyat geçirdim. Üç gün de yoğun bakımda kaldım. Ondan sonra ilaçlar da kullandım fakat bu süreçte zamanı iyi kullanmak ve güçlü olmaya çalışmak da en az bunlar kadar mühim.” diye konuşuyor.

Aile desteğinin kanser hastası için çok önemli olduğunu vurgulayan Akçakaya şöyle devam ediyor: “Kanser hastalarına sürekli pozitif davranılmalı. Hastaların da güçlü olmaları gerekiyor.  Manevi açıdan huzurlu ve rahat olmalılar.”



Nöbet tutan esnaf da hırsızları engelleyemedi

İstanbul Bağcılar’da son aylarda artan soygunlar, bu kadar da olmaz dedirtiyor. Göztepe Mahallesinde son bir ayda aynı sokakta 20 işyeri soyuldu. Üstelik bu hırsızlıkların büyük kısmı gündüz yapıldı. Polisten bir sonuç alamayan esnaf, kendisi nöbete başladı. Ancak bu da hırsızlık olaylarını durdurmaya yetmedi.


Bağcılar Göztepe Mahallesi’ndeki esnaf, son aylarda artan hırsızlık olaylarından dolayı çaresiz durumda. Sadece son bir ayda 20 işyeri soyulurken, hırsızlar, gece-gündüz demeden soygunlarına devam ediyor. Mağdur esnaflardan İmdat Demirel, “Güpegündüz hırsızlık yapılıyor. Karanfil sokakta ekmeğini kazanmaya çalışan insanlar tüm kazançlarını hırsızlara kaptırıyor. Her iki-üç günde bir hırsızlık olayları olmasına rağmen polis bu duruma ilgisiz kalıyor. Göztepe’de rahat rahat çalışamıyoruz.” diye tepkilerini dile getirdi.
Bağcılar’ın Göztepe semtinde hırsızlık vakalarının son iki üç ayda arttığını belirten esnaf Demirel, tekstil atölyesinin kapısının önünden mallarının çalınmasına isyan ediyor. Polislerin artan hırsızlıklar karşısında ilgisiz kaldığını söyleyen Demirel, “Tekstil atölyemizin kapısının önünden hırsızlar gelip sabah 10-11 sularında mallarımızı alıp gidebiliyorlar. Son olarak benim 18 bin TL değerindeki tişörtlerim çalındı. Beş ay önce de Sefaköy’de aracım çalınmıştı.” dedi.
Polisleri arayıp durumu izah ettiklerinde “İlgileneceğiz” dendiğini anlatan Demirel, “Fakat bir netice alamıyoruz. Hırsızların peşine düşmüyorlar. Kamera görüntülerini gösteriyoruz, bunun gibi onlarca dosya var elimizde diyorlar.” siteminde bulundu. Hırsızlar yüzünden huzursuz bir ortamda çalıştıklarını ifade eden Demirel, “Esnaf iki-üç günde bir hırsızlık olaylarına maruz kalıyor. Geçen hafta bir bayan tezgahtar hırsızlara engel olmak isterken darp edildi. Onlar için gündüz veya gece fark etmiyor.” ifadelerini kullandı.
ÇALINTI ARAÇLARLA GELİYORLAR
Hırsızların çalıntı araçlarla gelip mallarını gasp ettiğini vurgulayan Demirel, işyerine gelen mallarının içeriye taşınırken gasp edilmemesi için tedbir aldıklarını belirtti. Demirel, şöyle konuştu: “Normalde iki kişilik bir iş olmasına rağmen beş çalışanla araçlara mal yükleyip boşaltmak zorunda kalıyoruz. Böyle olunca da tekstil işimizden oluyoruz. Her an malları çalabilirler diye tedirgin bir durumdayız. Birkaç dakika içinde malı alıp götürüyorlar. İşimiz var çok şükür; ama kazancımızı da hırsızlara kaptırıyoruz. Zaten şu an büyük bir işsizlik var, bir de hırsızlar başımıza musallat oldu. Son üç ayda hırsızlıklarla boğuşmaya başladık.”
Bir diğer mağdur esnaf Sami Şahbudak ise yakalanan hırsızların kısa süre içinde serbest kalmasına dikkat çekiyor. Hırsızlar yüzünden kendilerine artık firmalar tarafından mal verilmediğini belirten Şahbudak, “Polislerin hırsızları yakalaması da bir şey değiştirmiyor aslında. En çok birkaç ay içeride yatıyorlar. Sonra çıkıyorlar. 60-70 bin TL ceplerinde kâr kalıyor.” diyor. Cezaların çok hafif olduğunu söyleyen Şahbudak, “Bu tür hırsızlıklar yüzünden firmalar da artık bize mal vermiyor. Bize olan güvenleri zedeleniyor.” diye konuştu.
Bağcılar’daki tekstil firmasından iki ay önce 380 bin TL değerinde malının çalındığını söyleyen mağdurlardan Mehmet Durmuş, “150 çuval mal götürdüler. Bir kısmını suçüstü yakaladık. Hırsızlar yakalandı; ama serbest kaldılar yine.” dedi.
HIRSIZLAR YÜZÜNDEN İŞİ GÜCÜ BIRAKTIK
30 bin lira değerindeki çocuk bezi ve deterjan ürünlerinin çalındığını ifade eden ve adını vermeyen başka bir esnaf da yaşadıklarını şöyle anlattı: “Bizim işyerinde 4 tane güvenlik görevlisi olmasına rağmen 30 bin TL değerinde malımı çaldılar. Görevliler kovalamışlar; ama ara sokaklara dalıp kaybolmuşlar. Emniyet ekipleri diyor ki bu işin üstündeyiz. Ama bir sonuç çıkmıyor ortaya. Buradaki esnafların hepsi işini gücünü bırakmış bu hırsızları konuşuyor. Ayıptır günahtır. Muhtarlar mı çözer, polis mi çözer, jandarma mı çözer bu işi! Ne yapmalıyız, bilemiyoruz.”

İşlerine son verilen 33 işçi otele yürüdü



 İstanbul Taksim Hyatt Otel’de taşeron bir firmada çalışan 30 işçi işten çıkartıldı. İşlerini geri isteyen işçiler sabah saatlerinde Taksim’de toplanıp otelin önüne doğru bir yürüyüş gerçekleştirdi. Yürüyüşte ‘turizm işçisi köle değildir, mobbing çalıştırılmaya hayır’ sloganları atan kalabalık ‘işimizi geri istiyoruz.’ pankartını açtı. Demokratik ve yasal haklarını belirten işçiler otel önünde bir basın açıklaması yaptı. İşçilerin işlerine geri verilmesi gerektiği belirtilen açıklamada, taşeron çalışma şartlarının da düzeltilmesine dikkat çekildi.
 
Hiç bir gerekçe gösterilmeden işten çıkartıldığını söyleyen Erdoğan Sinnep, Kadrolu işçiler yılbaşında %9 ücret zammı, bir kerelik 950 TL yardım, yılda bir defa ayakkabı yardımı, yılda 4 maaş ikramiye ve 2500 TL civarı maaş alırken taşeron işçiler bu hakların hiçbirinden yararlanamamakta ve maaşları 1100 TL ile 1500 TL arasında değişiyor.  10 gün önce işten atıldık. Hyatt Otel’e ücretlerimizin çok düşük olduğunu bildirdik bize sadece 40 kuruşluk bir zam yapıldı biz de bunun iyileşmesi için bir yazı yazdık. 7 gün sonra 30 kişiyle beraber sebebini bilmemekle beraber işten atıldık.” dedi
Yeni evlendiğini ve zor durumda kaldığını ifade eden, Sinnep, “Kadrolu üç arkadaşımız da bizi desteklediği için işten çıkartıldı. Hukuksal mücadelemizi sürdüreceğiz. Tek isteğimiz işimizin iade edilmesi. Zor durumdayız hepimiz. Şu an işsiz kaldım. Iş aramaya devam ediyoruz. 8 kardeşiz ben de yeni evlendim. Bir sene 8 aydan beri orda çalışıyordum hiç bir sorunla karşılaşmamıştım. Garsonluk yapıyordum orda.” şeklinde konuştu.

Kadrolu olduğu halde oteldeki işinden çıkartılan Recep Yüzer ise, ailesine bakamayacak durumda olduğuna değinerek, “9 Seneden beri orda kadorlu bir şekilde çalışıyordum. Parasız kaldığım için çocuğumun kurslarını iptal ettirmek zorunda kaldım.” açıklamasında bulundu

Otel önünde okunan basın açıklamasının ardından işçiler olaysız bir şekilde dağıldı.


9 Nisan 2015 Perşembe

İkitelli TIR garajında baskın tehlikesi hâlâ devam ediyor

İstanbul’da 2009 yılında yaşanan sel felaketinde 10 kişinin öldüğü Halkalı İkitelli TIR garajında benzer bir olay önceki gün yeniden yaşandı.

Olay, bölgedeki ciddi tehlikenin hâlen devam ettiğini ortaya koydu. İstanbul’da önceki gece başlayan şiddetli yağış Ayamama Deresi’nin taşmasına sebep olurken TIR garajı diye anılan bölge yine sular altında kaldı. Büyükşehir belediyesi çalışanları dere yatağından taşan suyu önlemek için bazı yolları ulaşıma kapattı. Belediye çalışanları, suyu tahliye için yollardaki rögar kapaklarını açtı. Suların giderek birikmesi üzerine dozerler tarafından yolun bir kısmı taş ve toprakla dolduruldu. Sabah saatlerinde başlayan su birikintileri trafiğin saatlerce aksamasına neden oldu. İkitelli Sanayi Bölgesi’nden İstoç’a 4 saatte gidemediğini belirten esnaf Ümit Mut, “İstoç’tan malzeme almaya gidecektim aracımla. 4 saat trafikte kaldım. Perişan olduk.” dedi.
2009 yılında İstanbul’un yaşadığı en büyük sel felaketinde İkitelli, Halkalı, Küçükçekmece ve Başakşehir sular altında kalmış ve 24 kişi ölürken 7 kişi de yaralanmıştı. Ayamama Deresi’nin yatağında bulunan bir TIR garajı da sular altında kalmış, sele uyurken yakalanan 10 şoför feci şekilde can vermişti.

5 Nisan 2015 Pazar

Hayko Bağdat Kimdir


1976 yılında İstanbul’da doğdu. İlköğrenimini Esayan, orta ve lise eğitimini Mıhitaryan Ermeni okullarında tamamladı. İstanbul Edebiyat Fakültesi Tarih bölümüne devam etti. Babasının vefatı sebebiyle eğitimini tamamlayamadı.
2002 yılında Yaşam Radyo’da azınlık sorunlarını gündeme taşıyan ve Türkiye’de ilk kez gerçekleşen “Sözde Kalanlar” adlı programın yapımcılığını ve sunuculuğunu üstlendi. 2003 yılında Marmara gazetesinin Türkçe bölümünde haftalık köşe yazmaya başladı. 2007 yılında Hrant Dink’in ardından kurulan ve bu cinayete adalet arayışını sürdüren “Hrant’ın Arkadaşları” ekibinin kurucularındandır. Çeşitli gazete ve dergilere makaleler yazan Bağdat, 2012 yılında İMC TV’de Roni Margulies ile beraber “Azı Karar Çoğu Zarar” programının yapımcılığını ve sunuculuğunu üstlendi. Yazarın ilk kitabı Salyangoz İnkılâp Yayınevi tarafından 2014 yılında yayımlandı.
Bağdat, halen Taraf gazetesinde köşe yazısı yazmaya devam etmektedir. Evli ve iki çocuk babasıdır.

Dünya heykeltraşları ve müzisyenleri Şişli'de


Ağaca Şekil ve Ritm Veren Eller, Nişantaşı Sanat Parkı’nda Buluştu
 
Ahşabı hiç böyle görmediniz! Bu festivalde en büyük dostumuz ağacın serüveni İstanbullular ile buluştu. Başka bir yerde görme fırsatı bulamayacağınız enstrümanlar, heykeller “Ahşap Festivali”nde doğa ve sanatseverlerin beğenisine sunuldu.
 
Her geçen gün yeşile daha fazla ihtiyaç duyduğumuz, bir nebze soluk almak için ağaçların kuytularına sığındığımız bugünlerde Şişli Belediyesi doğayı ve yeşili korumak adına büyük bir organizasyona ev sahipliği yaptı.
 
“Ağaç Güzeldir” sloganı ile yola çıkan ahşap festivalinin Eskişehir-Odunpazarı’ndan sonraki durağı, İstanbul’da Şişli oldu. Şişli Belediyesi ev sahipliğinde “Dünya Ahşap Günü” kutlamaları kapsamında Şişli Belediye Başkanı Hayri İnönü’nün katılımıyla Nişantaşı Sanat Parkı’nda düzenlenen etkinlikte ağacın ahşaba dönüşme hikayesi doğaseverler ile paylaşıldı.
 
Nişantaşı Sanat Parkı, Ahşap Ustalarını Ağırladı
 
Dünyanın hiçbir yerinde görülmeyecek, ustalarının elinden ahşap heykeller ve dünyanın farklı ülkelerine özgü ahşap enstrümanlar “Dünya Ahşap Günü” etkinliklerinde İstanbulluların beğenisine sunuldu. Ağaca şekil veren ellerin sahipleri, ahşap heykelleri ile Nişantaşı Sanat Parkı’nı bir açıkhava şenliğine dönüştürdü.
 
Brezilya, Çin, Rusya gibi dünyanın farklı ülkelerinden 50 heykeltraş, tüm gün boyunca Nişantaşı Sanat Parkı’nda ahşap heykeller yaparak eserlerini sergilediler. Ayrıca dünyanın farklı ülkelerinden festivale katılan müzisyenler, geleneksel ahşap enstrümanlar eşliğinde katılımcılara etnik müzik ve dans performansları sundular.
 İslam kültür mirasının paylaşıldığı toprakların sanatı Arap hat sanatı, çalıştırma kolunun döndürülmesi ile hareket gücü kazanan bir mekaniğe sahip olan, Japonca “automata” isimli oyuncak ve heykeller, 500 yıllık Rus oyuncağı “bogorodskoe”, eski Çin’de geliştirilen Changzhou tarakları, ahşap minyatür melek, kelebek figürlerinin yer aldığı yontma el sanatları, “boş zil” anlamına gelen Çin yoyosu “ kongzhu”, Slovak kuklası “Marionette”, eski Çin’de kukla gösterilerinde kullanılan Taishun kukla başı oymacılığı, Brezilya’ya özgü gravürler, Nişantaşı Sanat Parkı’nda kuruln ahşap atölyesinde ahşabın sanat ustaları tarafından sanatseverlerin beğenisine sunuldu.
 
Geleneksel Ahşap Enstrümanlar Eşliğinde Dünya Müziği Ziyafeti
 
Nişantaşı Sanat Parkı, heykeltraşların yanı sıra dünyanın çeşitli ülkelerinden etnik müzik yapan müzisyenlerin müzik ve dans gösterilerine de sahne oldu. Avrupa menşeili hurdy gurdy, Avustralya’ya özgü bir üflemeli çalgı olan didgeridoo, İrlanda’ya özgü uilleann, Ekvator’a özgü pan flüt rondador, Çin müzik tarihinin en eski müzik aletlerinden pipa, Moğollar’ın “at başlı keman” olarak da bilinen morin khuur, Latin müziğine özgü conga davulu, “çoban borusu” olarak da bilinen İsviçre geleneksel müzik aleti alphorn, katılımcılar tarafından tam puan aldı. Etnik müzik eşliğinde eğlenen katılımcılar, ahşap festivalinin keyfini gün boyunca yaşadılar.

"Red Fire” Tuzla’da Bugatti hızında hazır


 
Türkiye’nin tek beşi bir yerde projesi, Viaport Marina açılışa gün sayıyor. Alışveriş adası, marinası, oteli, akvaryumu ve tema parkıyla dünyada ilk deniz üstü karma konseptte tasarlanan Viaport Marina, yaz sezonuna hazır. Dünyanın en hızlı roller coaster’larından biri olan ve Bugatti hızında adrenalin yaşatacak olan “Red Fire”ın kurulumu tamamlandı.
 
Via Properties tarafından 1 milyar TL’lik yatırımla hayata geçirilen Viaport Marina’da açılış hazırlıkları tamamlanmak üzere. Marina, alışveriş adası ve tema parkın yaz sezonunda hizmete gireceği projede, otel ve akvaryum projesi önümüzdeki yıl misafirlerini ağırlayacak. 750 yat kapasitesi, 156 adet alışveriş ünitesi ve 35 oyuncaktan oluşacak tema parkın hazırlıkları tüm hızla devam ediyor. “Red Fire” adı verilen ve 2,5 saniyede 110 km hıza çıkan roller coaster’ın kurulumu ise tamamlandı. Vialand’den sonra, Anadolu Yakası’nda da coğrafyanın ve Türkiye’nin ikinci tema parkını kuran Via Properties, “Türk usulü lunapark” eğlencesini de parkın içerisine dahil etti.
  
20 milyon Euro’luk eğlence!
 
Viaport Marina’nın içerisinde iki ayrı roller coaster bulunacak. Dünyanın en hızlı roller coaster’larından biri olan ve 55 metre yükseklikte adrenalin tutkunlarını eğlencenin doruğuna çıkaracak olan “Red Fire”ın maliyeti 20 milyon Euro. Red Fire dünyadaki en iyi roller coaster üreticilenden biri olan Intamin tarafından üretildi. 980 metrelik bir ray sistemi üzerinde konumlanan Red Fire, 1 saatte 630 kişi taşıyabilecek. Red Fire’ın test sürüşleri ise Mayıs ayında tamamlanacak. Projenin ise Mayıs ayı sonunda ziyaretçilere açılması planlanıyor.
 
ROLLER COASTER HAKKINDA BİLGİLER
 
• Yükseklik : 55 metre
• Hız : 2,5 Saniyede 110 km hıza çıkabiliyor (Dünyanın en hızlı arabası Bugatti Veyron’un 0’dan 100’e 2,5 sn’yede ulaşıyor)
• Max. hız : 110 km
• Toplam Uzunluk : 980 metre
• Tren sayısı : 2
• 1 trenin yolcu kapasitesi : 12 kişi
• 1 saatte taşıyabileceği yolcu sayısı : 630 kişi

Göçmen Konutları, tek yeşil alanını da kaybediyor

Başakşehir Vatankent'te yer alan park alanına yapılmak istenilen okul inşaatı Göçmen Konutları sakinleri tarafından protesto edildi. Yapılmak istenilen Kız Imam Hatip Lisesi'ne karşı olmadıklarını belirten vatandaşlar Göçmen Konukları'ndaki tek yeşil alanın ranta kurban edilmesine tepki gösterdiklerini söyledi. Site sakinlerinden Sema Bilir, inşaatın hukuksuz bir şekilde yapıldığını ifade ederek park ile ilgili mahkeme sürecinin devam ettiğine değindi. Okul ihtiyacının da bahane olduğunu belirten Bilir, çocukların hedef haline getirildiğini öne sürdü. Bunu yapanlar, parksız kalacak çocukların vebalini üstlenme sorumluluğunu gösterebilecekler mi diye soran Bilir, "Nasıl ki çocuklarımızın bir damla gözyaşı bizlere acı çektiriyorsa parksız kalacak olan bunca çocuğun gözyaşını nasıl dindireceğimizi de bize lütfen açıklasınlar" şeklinde konuştu

İstanbul Kent Savunması, ise süreci şöyle anlattı,"Üzerinde 523 adet ağacın bulunduğu, site sakinlerinin nefes alabildikleri ve doğal afet durumunda sığınabilecekleri tek alan olan park alanı, geçtiğimiz günlerde hukuksuz biçimde halka kapatıldı. Ağırlıkla 1989 Bulgaristan göçmenlerinin yaşadığı ve Türkiye’nin en büyük imam hatip lisesine on dakika mesafede olan sitenin tek yeşil alanı, yürütmeyi durdurma talebiyle açılmış dava sürerken, imam hatip kız lisesi inşaatı başlatılması için polis tarafından ablukaya alındı. Yaşam alanlarını savundukları için polis şiddetine maruz kalan site sakinleri, “imam hatip gönüllüleri” ile karşı karşıya getirilmeye çalışıldığı belirtilmişti 

Saat 17.00 sıralarında Vatankent'te toplanan kalabalık saç levhalarla kaplı inşaat alanın etrafında bir yürüyüş gerçekleştirdi. Park ve basketbol sahasının bulunduğu alanın park olarak kalmasını isteyen site sakinleri yürüyüş esnasında, "Halka değil hırsızlara barikat, beton değil park istiyoruz" sloganları attı. Yürüyüşten sonra park girişinde toplanan site sakinleri bir basın açıklaması yaptı. Açıklamada, şu an ki mevcut Park'ın İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin malı olduğu belirtilerek, İBB'ye ait tüm park ve bahçelerin o il sınırları içerisinde yaşayan tüm insanların ortak kullanım alanı olduğuna dikkat çekildi.

Parkın etrafında emniyet ekipleri yoğun güvenlik önlemleri alırken TOMA'lar da hazır bekletildi. basın açıklamasına atılan Başakşehir Kent Savunması ve diğer sivil toplum kuruluşları olaysız bir şekilde dağıldı. Geçen hafta parka yapılmak istenilen inşaatı protesto eden göstericiler ile çevik kuvvet ekipleri arasında arbede yaşanmış ve altı eylemci gözaltına alınmıştı.

Melamet Dergisi, 'İşin aslı nedir'i sorguluyor


Edebiyat dünyamıza yeni bir dergi daha katıldı… İlk sayısında “İşin aslı nedir?” diyerek esaslı bir sorgulamaya girişen Melâmet dergisi, kültür, edebiyat, sanat ve düşünce dünyamızın irtifasını yükseltmek gibi bir misyon üstlenmiş. Derginin yayın yönetmenliğini yürüten Celâl Fedai, “Sefa geldiniz erenler” başlıklı sunuş yazısında dergiyi şöyle tarif ediyor: “Melâmet, kendi ciddiyetleri içinde bir araya gelen farklı özge edaların, seslerin, biçemlerin yine kendi ciddiyetleri içinde farklı eda, ses sahibi dildaşları, karınca kararınca ağırlamak istemektedir

Yazı işlerini Hüseyin Karaca, editörlüklerini ise şiirde Yahya Kurtkaya, öyküde Ali Işık, düzyazıda M. Baki Efe ve tercümede Bünyamin Kasap’ın yürüttüğü Melâmet dergisi, ilk sayısında derginin kadrosunu oluşturan bu isimlerin gerçekleştirdiği bir açık oturum çerçevesinde şekillenen dikkat çekici bir dosya ile yayın hayatına başladı. Kapakta, “İşin aslı nedir?” diye anons edilen ve avamilik üzerinde durulan dosyada, Celâl Fedai, Enver Gülşen, Enes Talha Tüfekçi, Abdurrahman Badeci, Halil İbrahim Doğan ve Ekrem Aslan’ın yazıları yanında; Clement Greenberg, T.S. Eliot ve Oktavia Paz’dan tercümeler de yer alıyor. Özellikle, “Melâmet Konuşmaları” başlığıyla verilen açıkoturum, sadece dosya konusunu değil derginin çıkış amacını ve Melâmet’in ‘işin aslı’na dair nasıl bir bakışa sahip olduğunu anlamamız açısından önemli ip uçları barındırıyor.

Derginin, içeriği itibariyle dosya kapsamında değerlendirilebilecek söyleşisi ise Feridun Yılmaz ile yapılmış. M. Baki Efe’nin yaptığı söyleşide Yılmaz, “Küfür hakikati örtmek ise, evet kültür modern dünyanın en temelli küfrüdür.” diyor.

Melâmet’in ilk sayısındaki şairler; Mustafa Baki Efe, Hüseyin Karaca, Yavuz Altınışık, Serdar Kacır, Rıdvan Ünal, Emrah Yolcu, Murat Saldıray, Emrah Tahiroğlu, Meryem Coşkunca, Hıdır Toroman, Abdurrahman Şenel, Celâl Fedai, Yahya Kurtkaya, Metin Erol, Veysel Karani Tur, Zafer Zorlu, M. Fatih Yazıcı, Muharrem Kaplan ve Abdullah Turut… Çeviri şiirler ise Ezra Pound, Nizar Kabbani, T. S. Eliot ve Dylan Thomas’tan…

Derginin öykü sayfalarında ise; Ali Işık, Kübra Sayımlar, Mehmet Akgül, Oğuzhan Dursun ile A. Fatih Uylaş imzaları bulunuyor. Ayrıca, Hakkı Özdemir’in yazmakta olduğu bir roman tefrikasının birinci bölümü var dergide: Kalenderbey Pasajı…

Melâmet’in ilk sayısında yazılarıyla yer alan diğer isimler şöyle: Murat Saldıray, Emrah Yolcu, Murat Fatih Yazıcı, Cemil Caca Arslan, Bengül Güngörmez, Özlem Fedai, Arzu Şahin ve Yahya Kurtkaya.

Son olarak, dergiye neden Melâmet isminin verildiğine dair, sunuş yazısındaki şu satırları da kayda geçirelim: “Bugünün düşünce atmosferinde bize en uygun gelen isim, bu isimdir. Çünkü melâmet, her şeyden once kişinin kendini “kınaması”dır. Buysa, her tür insanî eyleme geçmenin ilk adımıdır. (…) bizlere, “bu adın altında kalabileceğimiz” de iyi niyetli bir eleştiri olarak söylendi. (…) Şişkin egolarıyla nefs dağı yerine popülizmin tepelerini tırmanmaktansa, dergimize yakıştırdığımız adın altında kalmayı ve “kınanma”yı tercih ederiz.

Görünen o ki Melâmet, farklı yollardan aynı dağa tırmanmak için yola düşmüş bir ekibin sesi olacak. Edebiyat dünyamıza yeni bir nefes ve açılım katacağa benzeyen Melâmet, iki ayda bir buluşacak

Bilkent Cyberpark Uluslararası Alanda Hız Kesmiyor

Almanya'nın Hannover kentinde her yıl düzenlenen ve bilişim sektöründe Dünya’nın en büyük fuarı olarak kabul edilen Uluslararası CeBIT Bilişim Fuarı’na Bilkent Cyberpark'da  katıldı.
Almanya'nın Hannover kentinde her yıl düzenlenen ve bilişim sektöründe Dünya’nın en büyük fuarı olarak kabul edilen Uluslararası CeBIT Bilişim Fuarı’na Bilkent Cyberpark Bilişim ve Telekomünikasyon ( BİL-TEL) Kümesi 8 firmasıyla katılım sağladı. Nesnelerin İnterneti, Bulut Bilişim Büyük Veri gibi konularda yüzlerce konferans ve panelin düzenlendiği fuarda, son teknolojileri ve yenilikleri takip etme şansı bulan BİL-TEL Kümesi firmaları, B2B ikili görüşmeler yaparken birçok şirket, kurum ve kuruluşa ziyaret gerçekleştirdi.
Hannover'de 5 gün süren temasları boyunca önemli kontaklarla görüşme imkanı bulan BİL-TEL Kümesi firmaları ilk olarak Hannover Ticaret Ateşesi M. Kudret Ceran’ı ziyaret etti. Ceran, CeBIT Fuarı’nın en önemli konularından biri olan ve bilgi teknolojileriyle akıllı üretimi destekleyen Endustri 4.0’ın Almanya nezdineki önemi hakkında küme firmalarına bilgi verdi ve bu konuda Türk-Alman iş birliğinin kaçınılmaz olduğunu vurguladı.
Fuarın 3. Günü Almanya’da büyük başarılara imza atan Prof.Dr. Kemal ÇEVİK’in Bielefeld’te bulunan SC Electronic isimli firmasına ziyaret gerçekleştirildi. Tüm gün süren tesis ziyareti kapsamında küme firmaları önemli kazanımlar edindi.
Temaslarına Hannover Sanayi ve Ticaret Odası ve Hannover Avrupalı Türk İş Adamları Birliği’ni de ziyaret ederek devam eden katılımcılar Almanya pazarının güncel durumu, potansiyel iş birlikleri gibi konularda kritik bilgiler edinirken, küme firmaları da uluslararası bağlantı sağlayacak kurumlara kendilerini tanıtma imkanı buldu.

Asfalt yolda yürümek bel ve sırt ağrılarına neden oluyor

Büyük şehirlerde yaşayanların maruz kaldığı hava kirliliği, çalışma hayatının stresi ve yeteri kadar spor yapılamaması gibi olumsuz koşullara, bir yenisi daha eklendi. Sürekli asfalt yolda, sert tabanlı ayakkabılarla yürümek eklemlerde kireçlenmeyi hızlandırıyor, kronik hastalıklara neden oluyor.
Sürekli düz zeminde, sert tabanlı ayakkabılarla yürümek, omurganın zayıflamasına ve esnekliğinin kısıtlanmasına yol açıyor. Sağlıklı omurganın, doğru ayakkabı seçimiyle doğrudan bağlantısı olduğunu söyleyen Kombine Tamamlayıcı Tıp Uzmanı Dr. Kamil Teker, sağlıklı ayakkabı seçerken dikkat edilmesi gerekenleri anlattı.
Ayakların, gözler gibi dış dünyadan bilgi taşıyan organlar olduğunu belirten Dr. Kamil Teker, ayaktaki alıcılar sayesinde basılan yerin sertliğine, yumuşaklığına, eğriliğine göre denge merkezine bilgiler gönderildiğini ve bu bilgilerle omurganın şekil aldığını söyledi. Dr. Teker, vücuttaki dengenin ve koordinasyonun bu düzenek sayesinde sağlandığını belirterek şöyle konuştu: “Ayağımızı oluşturan kemikler, bağlar ve kaslar arasında ritmik, uyumlu hareket her adımda ve ayakta durduğumuz süre boyunca devam eder. Aksi takdirde eklemde blok (kitlenme) gelişir ve ağırlığın en çok bindiği eklem deforme olur, kireçlenme süreci başlar. Ayak kemikleri arasındaki ahenkli hareketi bozan en önemli faktörlerden biri yanlış ayakkabı ve yanlış ayak tabanlığıdır. Ayak tabanlığına yerleştirilen, altı adet destek noktası ayak eklemleri arasındaki harmonik hareketi bozar. İç yan bağların desteklenmesi için eklenen yastıkçıklar, ayak iç yan bağlarının zamanla zayıflamasına neden olur ve ayakta içe basmaya yol açar. Esnek olmayan ve kalın tabanlı ayakkabılar, ayak eklemlerinin hareket alanını kısıtlar, aşırı yüklenmeler basınç oluşturur ve eklem bağlarının yıpranmasını sağlar”
Topuklu Ayakkabılar Vücudun Dengesini Altüst Ediyor
Yıllardır sağlıklı olarak bildiğimiz destek noktalı ayakkabılar ve silikon tabanlıklar ayak eklemleri arasındaki hareketi bozuyor. Şehirli kadınların vazgeçilmezi olan topuklu ayakkabılar ise tüm vücudun biyo-mekanik, nöro-kimyasal dengesini altüst ediyor. Topuğun olması gerekenden fazla yüksek olması, tüm vücut ağırlığının ayak parmak eklemleri üzerine toplanmasına ve omurganın öne doğru eğim gösterip bel-boyun ve diz eklemlerinin aşırı ve sürekli gerilim yaşamasına ve zamanla postür(duruş) bozukluğunun yerleşmesine yol açıyor.
Vücut ağırlığının nasıl dengelendiği hakkında bilgi veren Dr. Kamil Teker, “Ayakta durduğumuz süre boyunca sağlıklı insanlarda ağırlığın %60’ı topuklara, %40’ı ayakların ön bölümüne yansır. Oysa yüksek topuklu ayakkabı giyildiği zamanlarda bu oran tam tersine döner. Yüksek topuklu ayakkabı giymek, ayakta içe basma bozukluğunun yerleşmesine ve zamanla ayak başparmağında taraklanmaya neden olur” dedi.   
Doğru ayakkabı seçiminin vücudun sağlıklı biyo-mekanik dengesinin korunmasını destekleyerek daha düzgün bir duruşa sahip olmayı kolaylaştırdığını ve omurga sağlığını koruduğunu belirtti. Dr. Kamil Teker, sağlıklı ve dengeli postürün uzun vadede kireçlenmelere ve kronik rahatsızlıklara karşı daha dirençli olmayı sağlayarak, erken yaşlanmayı da geciktirebildiğini sözlerine ekledi.  
Ayakkabı alırken nelere dikkat etmek gerekir?
Kombine Tamamlayıcı Tıp Uzmanı Dr. Kamil Teker, ayakkabının mutlaka esnek olması gerektiğini vurgulayarak, topuk yüksekliğinin üç buçuk santimetreyi geçmemesi gerektiğini belirtti ve ayakkabı seçerken dikkat edebilmesi gereken hususları sıraladı;
1-    Ayakkabının topuk kısmının yüksekliği en fazla üç buçuk santimetre olmalıdır,
2-    Ayakkabı sağ-sol ve ön-arka eksenleri boyunca elle bükerken çok kolay şekil değiştirmeli, çok esnek olmalıdır,
3-    Ayakkabı ön ucunun yerden yüksekliği bir santimetreyi aşmamalıdır,
4-    Ayakkabının ayağınızı kesinlikle sıkmaması lazımdır,
5-    Ayakkabının ayak şeklinize uygun taraklanması olmalıdır,
6-    Ayakkabının tabanı tamamen düz olmalı, kesinlikle altı nokta yükseltileri ve iç yan yastıkçık içermemelidir,
7-    Ayakkabı malzemesi kesinlikle nem ve ısı dengesinin korunması için kumaş veya hakiki deriden teşekkül olmalıdır. Deri ve kumaştan oluşmayan ayakkabı günlük kullanımda kesinlikle giyilmemelidir,
8- Ayakkabı tabanlığı silikon ve türevleri olan malzemeler zararlı kimyasal etkileri nedeniyle tercih edilmemelidir.
Kombine Tamamlayıcı Tıp Uzmanı Dr. Kamil Teker, vücudun dengeli yük dağılımı için ayak balans muayenesinin ve duruş analizinin yapılarak, ayağın zeminle temasından kaynaklanan balans bozukluğu (ayağın zeminle temasında uygun esneklik ve simetri kabiliyetinin olması) olup olmadığının tespit edilebildiğini söyledi. Ayak tabanı dengesinin sağlanması ve korunmasının ideal ayak tabanlığından geçtiğini belirten Dr. Kamil Teker, ayak zemin temasında balans kusuru tespit edilen hastalarda ayak tabanlığına yapılacak uygun yama takviyeleri ile bu denge kusurunun düzeltilebileceğini söyledi.
İdeal özelliklere sahip olan ayak tabanlığını geliştirdiklerini ve iki yıldan beri hastalarının hizmetine sunduklarını belirten Dr. Kamil Teker, gözler ve ayakların bir arabanın ön ve arka tekerlekleri gibi işlev gördüğünü söyledi. Gözler ve ayaklar arasındaki uyum bozukluğunun bel - boyun fıtıklarına ve kronik ağrılara yol açtığına dikkat çeken Dr. Kamil Teker, “ Tekerlek düzlemlerine göre yönelim gösteren aks gibi omurga da ayaklardan ve gözlerden gelen çarpık ya da dengesiz bilgiye adapte olarak balansın korunmasına yardımcı olur. Zamanla yanlış işleyen çarklar nedeniyle eklem bağları gerilim ile aşınır ve kireçlenir. Gözler ve ayaklar arasında simetri ve uyum uzun ömürlü ve sağlıklı omurgaya sahip olmamız için şarttır.” dedi.