23 Mayıs 2016 Pazartesi

Devenin boynuzları yok, merhameti var

“-Anne, yavru annesinden süt almazsa ölecek mi
 + Hayır, böyle şeyler söyleme oğlum”

Ağlayan Devenin Öyküsü(Die Geschichte vom weinenden Kamel) Moğol yönetmen Byambasuren Davaa 
ve İtalyan kemaraman Luigi Falorni tarafından 2003 yılında Bayern Televizyonu kanalı(Bayerischen Rundfunk-BR) desteğiyle çekildi. İkisi de Münih’te Televizyon ve Film Yüksekokulu’nu beraber okudular.  Prömiyeri Münih Film Festivali’nde yapılan film çok sayıda ödül kazanırken 2005 yılında en iyi belgesel film dalında Oscar’a aday gösterildi.

Filmin Hikayesi

Ağlayan Devenin Öyküsü, Moğolistan’ın güneyinde, Gobi Çölü’nde çalı çırpı toplayan yaşlı bir adamın kameraya bakmasıyla başlıyor. Devenin boynuzlarını kaybetmesini şöyle anlatıyor, “Peki çocuklarım, şimdi size devenin efsanesini anlatacağım. Uzun yıllar önce Tanrı, erdemli yüreğinin ödülü olarak boynuzları deveye vermişti. Ama bir gün dolandırıcı bir geyik deveden boynuzları ödünç istedi. Batıdaki kutlamaya katılmak için onlarla süslenmek istiyordu. Deve, geyiğe güvenip ona boynuzlarını verdi. Fakat geyik onları bir daha geri getirmedi. O zamandan beri develer hep ufka bakar. Ve hala geyiğin dönüşünü bekler.” dedikten sonra kameralar birden yaşlı adamın gökyüzüne bakan devesine çevrilir. Bu sade ve duygusal açılış sekansından sonra ıssız çölde hayvancılıkla uğraşan ve çadırlarda yaşayan Moğol kabileleri ekrana geliyor. Filmin başrol oyuncuları Nomaden ailesinden oluşuyor.

Eski çağlarda olduğu gibi fakir Moğol insanları; kadınlar yemek, çocuk, çadır işleri erkekler ise geçim, çobanlık, zor işler yapıyor. Ataerkil toplumlardaki gibi karar verme, aileyi yönlendirme yetkisi ailenin en büyüğüne aittir. Evin küçükleri ve hanımları onun dediğini yapar, ona itaat ederler. Kurulan büyük çadırlarda ihtiyaçlar için bıçaklar, taşlarla keskinleştiriliyor, devlerin yününden ipler, elbise, yastık yorgan yapılıyor. Develerin sütü, derisi, yünü ve etinden tüm Oba sakinleri faydalanıyor. Ulaşım da deve ile sağlanıyor. Develer doğum yaptığı zaman da ayağa kalkamayan yavrularına yardımcı oluyor. Böyle sahneler sayesinde seyirci hem belgesel izlemiş hem de derin düşüncelere dalabiliyor. Arka fonda müzik olmadan, diyaloglar filmden bağımsızmış gibi sıradan aile içi konuşmalarına benziyor. 

Doğumunu zor gerçekleştiren bir deve, yavrunun sağlığı, devenin yavrusunun yanından ayrılmaması ana konuşmaları olabiliyor. Ki filmin ana teması da kahverengi bir devenin dünyaya beyaz bir yavruyu (Köşek) getirmesiyle netleşiyor.  Doğumundan itibaren sevimli yavrusundan hoşlanmayan dişi deve(maya) onu her gördüğünde kaçar, sütünü esirger, yanında olmasına tahammül etmez. Oba sakinleri Anne’yi tutup, zorla yavrunun emmesini sağlarlar. Filmin sonlarına doğru çadırın dedesi Moğolların hemen her evinde bulunan meşhurAt kafalı kemanı eline alır ve başlar şarkı söylemeye. Son derece hoş olan kemanın bu sesine sadece dede etrafında toplanan insanlar değil Deve ve yavrusu da duygulanır. Ve o sesi bırakmazlar.  Ve aslında Ağlayan Devenin Öyküsü’nün kırılma anı burası. Akşam üstü kemandan çıkan sesten Anne deve o kadar etkileniyor ki gözyaşlarına hakim olamıyor. İyice sakinleştikten sonra köşeğinin süt emmesine müsaade ediyor, etrafında kalmasına tepki gösteriyor okşuyor, öpüyor sevimli yavrusunu. Moğolistan’da akşama doğru çobanlar oturdukları çadırların yanında At kafalı kemanı çalar, dinleyeni duygulandırır. Bu ses hikaye anlatıyor gibidir aslında. Film Moğolistan’daki insanların şuan ki yaşantısını ve gelecekteki planlarına yeni bir eleştiri de getiriyor.

Akşamları yemekler birlikte yenilir. Çadırın her bir köşesinde mutluluk tablosu hakimdir adeta. Aile ilişkileri de samimi ve bağlılık esastır. Duygular ve mutluluklar ortaktır. Kısaca şehir hayatı, batı değerlerinden çok farklı bir yaşam olduğu için ağlayan bir çocuğa ninesi şeker verip ikisinin yüzünde gülücükler belirebiliyor. Kesilen hayvanların dizlerindeki kıkırdak,çocukların oyun araçları. (Bu küçük kemiklerle ben de köyde oynadığımı hatırlıyorum. Bilyeler yerine bunları toplar, bağdaş kurup kemik parçacıkları sayesinde farklı oyun türlerini oynardık. Kırılması zor, büyüklükleri aynı, ve bunlarla keyifli zaman geçilebilir.) Bisiklet yerine kuzularla vakit geçirilir, marketteki sulandırılmış süt yerine besledikleri hayvanların sütü içilir. Bizdeki ve diğer ülkelerdeki çocuklar onlarca çikolata çeşidine rağmen mutlu olamıyor. Bir şekerin, bir balonun önemini fark edebilmek için belki de zorluklar içinde yaşamak gerek. Günümüzdeki çocuklar el bebek gül bebek büyüdükleri için hayal dünyaları ve düşünceleri çok farklı. İşte çocukluğumuzda oynadığımız çelik-çomak, saklambaç, 7 taş, gibi oyunlar yüzünden evin yolunu unuturken şimdikiler telefonlar, Ipadlar yüzünden dışarının yolunu unutuyor. Yasaklar olmamasına rağmen sokağa çıkamıyor.

Sabahları güneşin ilk ışıkları belirdikten sonra uyanılır, hazırlıklar yapılır ve işe koyulur.  Yaşlı adam ilerleyen dakikalarda yine deve hakkında torunlarına masal anlatıyor, “Tanrı burçlar kuşağını yarattığında deve burçlardan biri olmak istemişti. Ne yazık ki Tanrı onun arzusunu yerine getirmedi. Onun yerine ona burçlar kuşağındaki on iki hayvanın bazı özelliklerini verdi…” çocuk araya girip, “Dede bunu biliyoruz zaten, bize yeni bir şey anlat” demesiyle masal yarıda kalıyor. Çadırlarında pilleri bitmiş bir dışında bir vakit geçirme ve eğlenme cihazı yoktur. Piller bittiği için dede torunlarına kasabadan pil almalarını söyler. iki torunu deveye binip kasabaya giderler, Küçük çocuk kasabada dondurma, televizyon görür ve çok beğenir oynayan çizgi filmleri. Çadırlarına döndüklerinde küçük torun dedesine anlatır ve televizyon almasını rica ederi. Gördüğü televizyona kavuşmak isteyen çocuk filmin sonlarına doğru muradına eriyor.

Film belgesel havasında çekilmiş. Genç yönetmen sanki kamerasıyla fotoğraf albümü oluşturuyor gibi bol bol manzara resmi gösteriyor. Die Geschichte vom weinenden Kamel filmi ağır ilerleyen bir film bu yüzden seyircinin sabırlı olması gerekiyor. Bu yavaşlık seyirciyi sıkmayıp filme doğallık katıyor.


Devenin bilmediğimiz bazı ilginç özellikleri:

Devenin hörgücü erzakların bulunduğu depo gibidir. Deve buradaki rızıkla günlerce yaşamını sürdürebilir. Hatta sıcak çöllerde üç hafta su içmeyebilir. Ayaklarının geniş olması kuma batmamak için çok iyi bir özelliktir. Kuma batmadan koşabilir. Göz kapaklarında bulunan kirpikler ağ gibidir sanki. Gözü fırtınalardan, kumdan, çölün tozundan korur. Burnu öyle bir şekilde yaratılmış ki en rahat şekilde nefes almasını sağlıyor. Üst dudağı yarık olması sert çöl bitkilerini yemesini sağlıyor. Kalın kürkü sayesinde yazın 50 dereceyi bulan sıcaklığa kışın ise -50 derece soğuya dayanabiliyor. Kısaca en güzel şekilde yaratmış yaradan.. Mesela ayakları atın ayakları gibi olsaydı, çölde 1 kilometre bile gidemezdi. O zaman diğer özelliklerin bir önemi de kalmazdı. Veya gözü ağlı olmasaydı fırtınalarda tek bir adım bile atamazdı, dudakları yarık olmasa beslenemezdi. Görüldüğü gibi deveye en hikmetli özellikler verimiştir. 




Hiç yorum yok: