4 Ocak 2015 Pazar

Nightcrawler: Medya, toplumun şiddetle beslendiğini ıspatlıyor



Nightcrawler, 2014 yılında çekilen filmler arasında en çok beğendiklerimlerinden biri. Böyle filmler izlenince de insanın klavye tuşlarına basması kaçınlımaz oluyor. Buyrun değerli dostlar sizi görüp anladıklarımla başbaşa bırakıyorum :)

The Fall ve Reel Steel gibi filmlerin senaristi olarak karşımıza çıkan ve 20 seneden beri sinema sektöründe kendine sağlam bir yer edinen ünlü senarist Dan Gilroy,Nightcrawler ile ilk kez yönetmenlik heyecanını yaşadı. Gilroy, Nightcrawler (Gece Vurgunu) ile 2014’ün en çarpıcı işlerinden birini ortaya koyuyor. (Bana göre 2014’ün en iyi üç filminden biri) Usta oyuncu Jake Gyllenhaal’ın uzun süre hafızalarda yer edinecek unutulmaz performasıyla damga vurduğu filmi, Lou Bloom karakteri sayesinde bir iki ay sonra açıklanacak Oscar ödüllerindeki en güçlü adaylarından biri.

Geçmişi hakkında bilgi sahibi olamadığımız Lou ile Los Angeles’teki sokaklarda hırsızlık yaparken tanışıyoruz. Filmin yönetmeni ve yazarı Dan Gilroy, başrol kahramanımızın geçmişinin önemli olmadığını akıcı uslübüyle öyle bir yontmuş ki seyirci filmi adım adım izlemek zorunda kalıyor.  Lou Bloom’un İyi kalpli bir hırsız olduğunu filmin hemen başında anlıyoruz, çünkü çalmayı bırakıp çalışarak kazanmayı deniyor. Gözü dönmüş bir adam olduğunu ve para için, hayatta kalabilmek için her şeyi yapabilecek nitelikte biri olduğunu filmin ilk sahnelerinde anlıyoruz. Ilerleyen dakikalarda şaşkın ve tuhaf karakterleri oynayarak Hollywood’da kendine özgü bir stil geliştiren Jake Gyllenhaal bu filmed de bizi şaşırtmıyor. Los Angeles sokaklarında gezerken bir trafik kazasına denk gelir ve ne olduğunu öğrenmek için aracından çıkar. Tam da bu sırada Nightcrawler filminin kilidi açılır. Olay yerine gelen habercileri gören Lou, haberci olmaya karar verir. Merakı ve hırsı sayesinde kısa sürede alt yapısını geliştirir. Ucuz bir fiyata aldığı el kamerasıyla başarılı işlere imza atar. Çektiği görüntüleri ABD’nin ünlü bir televizyon kanalının haber bültenine satar, ticaret ve pazarlık gücünün ne kadar iyi olduğunu da burda öğreniyoruz. Yanına aldığı bir stajyerle gelişmek istediğini ilerde büyük hesaplarının olduğunu anlıyor izleyici. 
 
Evet, filmde hayran olduğumuz kahramanımız burda zirveyi oynuyor. Gilroy burada adeta sıfır noktasında bulunan bir kişinin ne kadar ileri gidebileceğini nasıl gidilmesi gerektiği ve kariyerin buradaki önemini önümüze bırakıp tartışmamızı istemiştir. İş ahlakından, dürüstlükten ve insani değerlerin hiçbirinden nasibini almamış Bloom’un karşısına, gece vardiyasında çalışan yozlaşmış bir haber yönetmeni olan Nina’yı çıkarıyor Gilroy. Böylece çürümenin toplumun tamamına yayıldığını söylerken, daha vahim bir gerçeğe dikkat çekme fırsatı buluyor. Toplumu yozlaştıranın modern hayatın getirdiği çarpık sistem olduğunu söylüyor. Kapitalist sistemin kurbanlarıyız gibi bir sonuç da çıkarılabilir buradan. Yönetmenin yozlaşmış karakterlerini Bloom ve Nina gibi yalnız bireylerden seçmesi önemli bir ayrıntı. Gilroy, yalnızlık ve asosyalliği toplumu yozlaşmaya götüren bir tür hastalık olarak algılamamızı istiyor sanki.

Sistemin çarpıklığından bahsederken, medyanın rolünü es geçemeyiz. Gilroy, reyting uğruna şiddet pompalayan haber bültenlerini topa tutarken, bunun da arz-talep meselesi olduğunun altını çiziyor ve tüm suçu medyanın üzerine atmamaya özen gösteriyor. Toplum şiddetle besleniyor. Polisle girilen silahlı çatışmalar, kazalar, cinayetler vb. olaylar toplumu yakından ilgilendiriyor. Ancak kimsenin -kendi başına gelene kadar- gerçekle ilgilendiği yok. Bu açığın farkında olan medya da gerçeği manipüle edip sunmakta sakınca görmüyor. Toplumu yönlendiren medya, neyi görmemizi isterse onu görüyoruz ve dolayısıyla da tıpkı Lou Bloom gibi anti-kahramanların çarpık başarı öyküleri doğuyor.
 
Özetlemek gerekirse bu çok güçlü olan senaryo ile birlikte Jake Gyllenhaal’in enfes oyunculuğu ilerde Oscar ile renkleneceğini düşünüyorum. 10/10 puan verdiğim bu filmden gazetecilik açısından aldığım dersler de oldu. Teşekkürler Dan Gilroy !

Hiç yorum yok: