15 Şubat 2015 Pazar

Film sadece film değildir: Der Verdingbub


Mersin’in Tarsus İlçesi’nde hunharca cinayete kurban giden Çağ Üniversitesi Psikoloji Bölümü öğrencisi 20 yaşındaki Özgecan Aslan gündemi bomba gibi sarstı. Kamuoyunu derinden etkileyen ve insanın tüylerini diken diken eden bu vahşi olaydan sonra Özgecan’ın cenazesini kadınlar taşıdı. Yıllarca hafızalardan silinmeyecek bu kirli fotoğrafı gördükten sonra ‘Der Verdingbub’ filmini izlediğimde adeta dejavu gördüm.

Türkiye’de yaşanan güncel hadise ile 2011 yapımlı Der Verdingbub’u (The Foster Boy) karşılaştırmadan önce filmin kahramanlarını, yönetmenini,oyuncularını, senaryosunu, tarihini, ülkesini izah etmeden olmaz.

İsviçre Sineması’nın tanıdık yüzlerinden Markus İmboden kamerasını, 1950’li yıllarda kiralanan ve her türlü suistimale maruz kalan sahipsiz çocuklara çeviriyor.  12 yaşınadki yetim Max kilise tarafından başkent Bern yakınlarındaki Emmental kasabasında çiftçi olan Bösiger ailesine verilir. Max burada çocuk yaşına bakmadan çok zor şartlar altında çalışmak zorundadır. Aksi takdirde, ceza,işkence küfür gibi şiddet öğelerine maruz kalır. Derken zalim Bösiger ailesinin yanına 15 yaşındaki Berteli zorla getirilir. Stefan Kurt, Bösiger ailesinin alkolik reisini üstlenirken Max’a uygulamadığı şiddet kalmaması insana ‘İsviçre o zamanlar gerçekten böyle miydi?’ dedirtiyor.  Das Konto(2004) ve Ausgerechnet Zoe(1994) filmleriyle bilinen İmboden, ünlü aktrist Katja Riemann’ı Bösiger ailesinin ikinci ferdi olarak tercih etmiş.(iyi ki de etmiş) Riemann filmdeki asık suratıyla gaddarlıkta eşiyle yarışır durumda. Bayan Bösiger’in Jacob diye bir oğlu var ki mide bulandırma sahneleri de bu veled yüzünden cereyan etmektedir.

Yetim Max karakteri gereği az konuşan ve samimiyet kurmakta zorlanan bir yapıya sahip. O yüzden Berteli ile aynı kaderi yaşamasına rağmen onu anlamak istemez. Berteli ondan yaşça büyük olduğu için yaşamın farkındadır. Yalnızlığı bilmektedir. Max’a her ne kadar yakınlaşmaya çalışsa başarısız olur. Aynı okulda, aynı evde, aynı işlerde beraber olmalarına rağmen uyumlu yanları belli olmamaktadır. Max’ın tek hayali vardır: Arjantin’e kaçmak ve iyi çaldığı Akordeon’u sayesinde geçimini sağlamak. Annesinden zorla alınan masum saf ve temiz Berteli ise tek düşüncesi annesinin evine taşınmak. Fakat hayat onlar için hiç de öyle düşünmüyor.  Berteli’nin canavarlaşan Jacob’tan Max’ın da Alkolik Bösiger’den korunması gerekiyor. İlerleyen dakikalarda çanlar minik kahramanlarımız için çalmaya devam ederken Max akordeonu çalmakla yetiniyor ve Bösiger ailesinin iğrenç ötesi gizemini anlatıyor. Ve artık bu köyde kalmak istemiyor. Daha sonra Arjantin’e doğru gemiye binip uzaklaşıyor.  Yönetmen İmboden, Plinio Bachmann’ın kitabından uyarlanan filmin son sahnesini bir sürprizle bitiriyor. Berteli’nin ve Max’ın başına gelenler doğruysa (ki 65 sene öncesini anlatıyor film) İsviçre’nin bunlarla yüzleşmesi gerçekten ibretlik. Yüreğimizi burkan sahneler ve anlat(a)madığım filmdeki diğer gelişmeler ile Tarsus’taki acı hadise yan yana gelince üzüntüler de ikiye katlanıyor.

Notlar,
1-       25 Ekim 2011 yılında Bern’de galası yapılan film 3 Kasım 2011’de vizyona girdi
2-      9 haftalık izleci sayısı göz alındığında 200.000 ile İsviçre’nin en çok izlenilen filmi çekildi. (Der Verdingbub’dan önce 2007 yılında çekilen Die Herbstzeitlosen vardı)
3-   İsviçre Film Ödülleri’nde En iyi Aktör ve En İyi Yardımcı Aktör dallarında ödüle layık görüldü. Kahramanımız Berteli yani Lisa Brand da Bavyera Film ödülünü kapmayı başardı.
4-      Yönetmeni cesareti için takdir ettim ve Filmine 9/10 puan verdim.

İyi Seyirler.


Hiç yorum yok: