Del Toro denildiği zaman insanın aklına doğal olarak Korku filmlerine modern bir perspektif getiren ve korkuyu sanatla bütünleştiren bir makyaj uzmanı gelir. Sinema Tarihi'nin dehaları arasında yer alan; James Whale Mario Bava,, Alfred Hitchcock gibi isimlerin hayranı olan Guillermo del Toro sanat, makyaj ve efekt hayranı olduğu da her filmde belli olmaktadır. Hatta bu konuyla alakalı olarak "The Exorcist" filminde makyaj uzmanı Dick Smith makyaj ve efekt eğitimi aldığı da bilinen bir gerçektir. Del Toro neredeyse 10 yıl makyaj dalında uzman olarak çalışmıştır.
Del Toro'nun filmlerinde özellikle hep görsel öğelerin zenginliği ve bunun süslü bir rüyada küçük kahramanların yaşadığı serüvenleri capcanlı hale getirmesi insanın dikkatini çekmiştir. Figüranlar, hayali yaratıklar, kostümlerin farklı tarzlarda olup rengarenk olması ve korku ile birleşmesi harika bir film örneğini ortaya çıkarmış.
Değil midir ki bir filmde olması gerekenlerin en başında: Renk ve Makyaj. Çünkü filmin sıradanlığını ortadan kaldırıp izleyiciyi sıkılmamasını önleyen büyük etkendir Del Toro'nun yaptığı o yüzden katılmaktan başka çare de kalmıyor. Bu makyajın izleyicide uyandırdığı etki de çok önemlidir çünkü ordaki dünya merak edilir ve eşyaların yoğunluğu arasında kendini kaybetmeden her adımı izlenir izyeyici tarafından ..İzleyici kendini o sihirli dünyaya kaptırmıştır, gelecek olayları renkler ve kostümler aracılığıyla kontröl etmeye çalışmaktadır artık.
James Whale'den , Mario Bava'dan veya Alfred Hitchcock'tan ilham alıp eserlerini bu şekilde yontarken bir yandan da korku dalına farklı tarz getirip yeni bir zevk vermiştir Guillermo.( Her ne kadar bu daha önce çektiği kısa filmlerde belli olmasa da son yıllarda iyice kendi varlığını sinema dünyasına kabul ettirmiştir bu korku tarzı)
Örneğin Hitchcock, Korkusunu gerilim ile bütünleştirirken Guillermo daha çok heyecanla birleştirmeye özen göstermiştir Örneğin Whale korku filmlerinde hiç beklenilmeyen zamanda bazı ters giden şeylere vurgu yaparken Del Toro adım adım korkunun üstüne gider..Del Toro,,
kendisini cezbeden ve filmlerinde sıklıkla kullandığı unsurlardan
bahsetmiştir:” Böcekler, kurgulu düzenekler, canavarlar, karanlık yerler
ve doğmamış canlılar…” Del Toro’nun filmlerinde dikkati çekecek
derecede sıklıkta canavarlar görülmektedir. “daima canavarları çok sevdiğini“ söylemiştir: “ Canavarlara olan
hayranlığım neredeyse antropolojiktir. Onları inceliyorum, pek çok
filmimde onları inceden inceye tahlil ediyorum. Nasıl olduklarını,
içlerinin neye benzediğini ve sosyolojilerini öğrenmek istiyorum.” Aynı
zamanda Arthur Mansehn,Lord Dunsan,Ashton Smith H.P Lovercraft ve Borges’ten de etkilendiğini belirtmiştir.
Del Toro'nun Filmleri:
Del Toro’nun ilk önemli yönetmenliği “Cronos”
(1993), onun Meksika sinemasının yükselen yıldızlarından biri olarak ün
kazanmasını sağlamıştır. Gösterişten uzak, çok iyi bir oyunculuğun
sergilendiği bu korku filminde, Cronos’un vampiri parazit olarak
betimlemesi türün zekice bir revizyonu olmakla birlikte aynı zamanda
Meksika ile ABD’nin üstü örtülü bir alegorisi idi.
“The Devil's Backbone”, del Toro’nun sanatsal yeteneğini bir kez daha ispatlayan harika filmdendir. "The Devil's Backbone” da kazandığı tecrübeden memnun kalan ve
Hollywood’un sunabilecekleri hakkında artık fikir sahibi olan del Toro,
bu kişisel filminin ardından Wesley Snipes’ın rol aldığı ve büyük bütçeli bir vampir / korku çizgi roman uyarlaması olanBlade 2 (2002) yi çekti. Del Toro aynı zamanda aralarında Hollywood’un önemli aykırı yönetmenleri James Camoren ve Francis Ford Coppola ‘nın da dahil olduğu bir çok Amerikan projesi geliştirmeye başladı. Del Toro’nun H.P LoverCraft'ın
tüyler ürperten hikâyesi “At the Mountains of Madness”i sinemaya adapte
edeceği beklentisi yazarın hikâyelerinin ne zaman beyaz perdeye doğru
bir şekilde aktarılacağını merak eden Lovecraft hayranlarına ümit verse
de, del Toro’nun bir sonraki projesi eninde sonunda daha çağdaş doğaüstü
bir hikâye olacaktı. Çizgi roman yazarı/çizeri Mike Mignolia’dan adapte edilen ve yapımını yine Mike Mignola’nın üstlendiği Hellboy,
2. Dünya Savaşı sırasında Naziler tarafından çağırılan ve sonunda
şeytani güçlere karşı savaşanların tarafına geçen bir şeytanın
hikâyesini anlatmaktaydı.
Filmin ardından Hollywood’dan bir süre geri çekilmeyi ve The Devil's
Backbone tarzında düşük bütçeli karanlık bir peri masalı çekmeyi tercih
eden del Toro, dikkatini Pan'ın Labirenti
filminin yapımına verdi. Panı’ın Labirenti geleneksel anlamda The
Devil's Backbone’un direkt bir devamı olmasa da, mitik bir Faun
tarafından bir efsanenin kayıp prensesi olduğuna ikna edilen genç bir
kızın arayışını anlatan bu huzursuz edici fantezi, çocukluğun
masumiyetini, acımasızlık ve zulüm temalarını araştırmaya devam etti.
Yine İspanyol İç Savaşı sırasında geçen Pan’ın Labirenti, gerçek
dünyanın kabusları ile diğer dünyanın mucizelerini günümüz fantastik
filmlerinde nadiren görülen bir akıcılıkla birleştirdi. Eleştirmenler
tematik olarak karmaşık olan bu filmi ustalıkla yöneten del Toro’yu
alkış yağmuruna tuttular. Pan’ın Labirenti Akademi üyelerinin de
takdirini kazandı ve Oscar ödülleri ile taçlandırıldı.
The Devil's Backbone ve Panı’ın Labirenti, 1973’de çekilen ve
1970lerin en iyi İspanyol filmi olarak gösterilen “The Spirit of
Beehive” (Arıkovanının Ruhu) ile benzer ortamlara, baş kahramanlara ve
temalara sahiptir.
2 yorum:
harikasın amcaoğlu
when i was 6 ,i melted camera instead cones of ice cream this's my fault dude.I hope u re going to number#1 in industry.
Yorum Gönder