Belçika Sineması deyince Tintin ve
Waffle’den daha çok Dardenne Kardeşler gelir aklımıza.
Sinema yolculuğuna başladıktan sonra Dardenne Kardeşler, kendilerine has üsluplarıyle çektikleri belgeselleri ve kısa filmleri bırakıp kısa bir süre içerisinde festivallerin vazgeçilmezleri arasında yer almayı başardılar. Bir çok filminde de kameralarını Avrupa’daki işçi kesimine çevirmeyi ihmal etmediler. Belçikalı Kardeşler, (Jean-Pierre ve Luc Dardenne) filmlerindeki sayılı karakterlerle ve sıradan kişilerle yola çıkmayı tercih ettiler hep. (Son filmi Deux jours, une nuit’teki 0scar ödüllü Marion Cotillard hariç başrol oyuncu seçimi oldukça mütevazıdır.)
Belçikalı
kardeşler, izleyiciye işçi kesimindeki dayanışmayı, ve kapitalizmin toplum
üzerindeki baskısını sade bir şekilde anlatır. Bunu Le gamin au vélo, Rosetta, Deux jours, une nuit, Le fils ve L'enfant filmlerinde direkt diğer
filmlerinde de dolaylı olarak görmek mümkün.
2014 yapımlı Deux jours, une nuit filmi Belçika işçi
sınıfının sorunlarını, işine sahip çıkma mücadelesi veren iki çocuk sahibi genç
bir işçi kadının gözünden anlatıyor. Dardenne Kardeşler bu mükemmel filminde
kapitalizm ve sosyalizmin çekişmesinin portresini şöyle çizer: Sandra (Marion
Cotillard) küçük bir güneş paneli fabrikasında çalışan genç bir anneyi
canlandırıyor. Sandra depresyon yüzünden izne ayrılır ve döndüğünde işlerin
yolundan gitmediğini anlar. Kendisinin yokluğunda işlerin daha az kişiyle
aynı şekilde yapabileceğini gören patronu, diğer çalışanlara 1000 Euro prim
karşılığında Sandra'nın işten çıkarılmasını teklif etmiştir. 16 işçiden 14'ünün
bu teklifi kabul ettiğini öğrenen Sandra, eşinin ve bir iş arkadaşının
yardımıyla işinde kalmak için mücadele etmeye karar verir. Yeniden yapılacak
bir oylama için yalnızca bir hafta sonu (İki gün ve bir gece) zamanı olan
Sandra, iş arkadaşlarını primden vazgeçmeleri için ikna etmeye uğraşır. Tam bu
esnada işçiler arası dayanışma devreye girer fakat kapitalizm rahat durmaz.
Sandra ile eşinin sadakati ve dayanışması mesela Dardenneler’in burada seyirciye
bir nevi kadınların yaşadığı sorunlarda erkeklerle birlikte mücadele etmesinin
önemini de hatırlatıyor.
Sandra’nın
ikna çalışmaları yaparken benzer cümleler kullanmasının sebebini Jean-Pierre şöyle ifade
ediyor, “Üç farklı
belirsizlik yapmaya çalışıyorduk. İlki en büyük merak öğesi üzerineydi: Sandra
görevini tamamlayabilecek mi? Her yıkılışında, tekrar ayağa kalkabilecek mi? İkincisi
her kapıyı çaldığında kapıyı kim açacak sorusu. Görüşeceği kişi ona destek
verecek mi? Üçüncüsü kapının ardında neler göreceği ile ilgiliydi. İş
arkadaşlarının yaşadığı hayat nasıl bir şey? En büyük tehlike tekrarların kuru
birer biçimsel denemeye dönüşmesiydi. Fakat tekrar güçlüdür aynı zamanda. Her
seferinde keşfedecek yeni yüzlerimiz ve durumlarımız vardı.”
Değişik
insan hikayelerini çarpıcı bir uslüple anlatmayı kendilerine vazife bilen
Dardenne Kardeşler, 2002 yapımlı Le fils(The
son) filminde de sosyalizm ve kapitalizm kavgasına yer vermeyi ihmal etmemiş.
Jean Pierre ve Juc Dardenne Kardeşler henüz filmin başlarında ne olduğunu
anlamaya çalışırken kendimizi bir marangozluk mesleğinin içinde buluyoruz.
Diyaloglar o kadar akıcı, çekimler o kadar düz, senaryo o kadar çarpıcı ki insan
filme ortak olmamak için kendini zor tutuyor. Eşinden ayrılmış ve çocuğunu kaybetmiş
bir baba olan Olivier yanına aldığı çıraklardan bir tanesinin çocuğunun katili
olduğunu öğrenir ve hayatın acı gerçekleriyle yüzleşmek zorunda kalır. Merhamet
ve intikam arasında gidip gelen ahlaki değerlerinin muhasebesini yapmaya
başlar. Neyin doğru neyin yanlış olduğuna henüz karar verme aşamasında olan
Oliver, acının ve nefretin vermiş olduğu intikam duygusunu sinsice uygulamaya
çalışıyor. Gereğinden fazla yük taşıtarak merdivenlerden düşmesini bekliyor ya
da aniden fren yaparak bir şekilde çocuğa zarar vermek istiyor. Fakat her
seferinde ya gönlü razı olmuyor ya da ucuz bahaneler uydurarak işin içinden
sıyrılmaya çalışıyor. Buram buram sosyalizm kokan bu filmi sanat severlere
bağışlayan Dardenne güzel bir esere imza atmış gerçekten….
Özetle,
Kapitalizmin insani olan her şeye düşman olma çabası işçiler arası dayanışmaya
tahammül edemiyor. Dardenne bu fikriyatını şu ana kadar çektiği her 9 filmine
de nakış gibi işlemiş.
Not-1:
Dardenne Kardeşler Fransız değil Belçikalıdır.
Not-2 Şu ana kadar filmleriyle Cannes Film Festivali’nde Palme d'Or ödülü için 6 kere aday oldular.
Not-3 Filmlerinde Belçika dışından oynayan tek başrol oyuncusu Marion Cotillard olmuştur. Ve filmlerindeki en ünlü kişi yine Marion’dur. Ayrıca filmlerinde oscara aday olan tek şahıs da yine bu güzel aktristtir.
Not-4 Çektikleri bütün filmler Luc Dardenne’nin doğduğu Seraing kasabasında masaya yatırıldı.
Not-5 Jean Pierre Dardenne’nin şu sözü hala kulaklarımızıdadır: Biz Spielberg değiliz, o başarılıdır. Biz değil !
Not-2 Şu ana kadar filmleriyle Cannes Film Festivali’nde Palme d'Or ödülü için 6 kere aday oldular.
Not-3 Filmlerinde Belçika dışından oynayan tek başrol oyuncusu Marion Cotillard olmuştur. Ve filmlerindeki en ünlü kişi yine Marion’dur. Ayrıca filmlerinde oscara aday olan tek şahıs da yine bu güzel aktristtir.
Not-4 Çektikleri bütün filmler Luc Dardenne’nin doğduğu Seraing kasabasında masaya yatırıldı.
Not-5 Jean Pierre Dardenne’nin şu sözü hala kulaklarımızıdadır: Biz Spielberg değiliz, o başarılıdır. Biz değil !
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder